Makâleler

Sistemci nazariye döneminde belli dizilerin isimlendirilmesi için kullanılan makam terimi, XVII. asırdan itibaren nağme veya ezgi için önemli perdelerin bir araya getirilmesiyle birlikte belli bir seyre sahip lâhin/ezgi kalıbını açıklamak için kullanılmıştır. Makamlar, az sayıda perdeye sahip olmasının yanında kendine has duygusu olan belirli ezgi kalıbına ait özel nağmelerdir ve birbirlerinden ayırıcı özelliklere sahiptir. Farklı özelliklere sahip makamlar, bu sebeple her zaman sınırlı sayıda kalmışlardır. Terkip ise birleşimdir. Bu birleşim; bir makamın seyir özelliğinin bozulmasıyla, farklı perde ya da perdelerin veya ek nağmelerin makamlara dahil edilmesiyle, en az iki makamın veya makam ve terkibin ya da iki terkibin birleşmesiyle meydana gelmiştir. Günümüzde terkiplere de makam ismi verildiği için makam ve terkip kavramları arasındaki farklar iyi anlaşılamamış, bir terkibin içindeki makam nağmesi, "çeşni" tabiriyle karşılanır olmuştur. Bunun yanında makamların dizi haline getirilerek tarif edilmesi -özellikle Türk halk musikisinde- ezgi isimlendirilmesinde zorluklara ve tutarsız sonuçlara sebep olmuştur. Makalede; Kantemiroğlu, Abdülbaki Dede ve H.S. Arel nazariyeleri üzerinden makam ve terkip kavramlarına değinilerek iki kavram arasındaki önemli farklılıklara ve bu terimlerin bugün karşılığı kabul edilen “basit/müfret”, “birleşik/mürekkep” isimlendirmesine dikkat çekilmiştir.

Türk mûsikîsi makam tarihi sürecinde verilen tarifler ve bestelenen eserler, kendi dönemlerinde kullanılan makamların seyir anlayışları açısından haberci durumunda olmuşlardır. İncelemelerde bazı makamların küçük değişikliklerle, bazılarının ise büyük farklılıklarla zamanımıza ulaştığı anlaşılmaktadır. Bu makalede ele alacağımız Muhayyer-Sünbüle makâmı da bu farklılaşmanın içinde yer almaktadır. Muhayyer-Sünbüle makâmına ait tarifler ve besteler tahlil edildiğinde ortaya farklı durumlar çıkmıştır. Repertuvarda bulunan Muhayyer-Sünbüle ve Sünbüle makamlarıyla yazılmış bazı eserlerin, bununla beraber Muhayyer-Sünbüle ve Muhayyer-Kürdî makamları ile yazılmış yine bazı eserlerin, aynı seyre sahip oldukları anlaşılmıştır. Bu karmaşıklığın sebebini araştırmak amacıyla hazırladığımız bu makalede; Sünbüle, Muhayyer-Sünbüle ve Muhayyer-Kürdî makamlarına ait tarifler ve eserler incelenmiş, XVIII. asırdan bu yana oluşan değişiklikler, tarif ve eser örnekleriyle gözler önüne serilmiştir. Adı geçen makamların araştırılması sırasında Muhayyer makâmının başka bir kullanımı da ortaya çıkmış ve bu kullanımın bazı Muhayyer-Kürdî eserlerdeki önemi vurgulanmıştır.

Sonuç olarak; Nâsır Dede zamanında ilk tarifi verilen Muhayyer-Sünbüle terkîbinin bir dönem Sünbüle makâmının yerine geçtiği, daha sonraki dönemde ise ikinci nevî olarak belirttiğimiz Muhayyer-Kürdî makâmının seyrini aldığı anlaşılmıştır. 

Türk mūsikîsinde āhenk konusunun bazı musikişinaslarca yeterince kavranılamadığı düşünülmektedir. Mûsiki camiasında olanlar her zaman şu söylemlere tanık olurlar; ―nereden çalacağız? , ―bir ses Rast‘tan dört ses Uşşâk‘a geçiş yapılacak veya ―dört ses pest kaldı, bir ya da bir buçuk ses yapalım... İcranın içinde yıllardır bulunan sazendelerin dışında bu tür ifadelere muhatap olan yeni sazendeler, ister istemez sazlarında yeni nisbetleri düşünmek durumunda kalırlar. Bunun yanında Türk mūsikîsinde kullanılan bazı sazlar arasındaki oktav farklılıkları, āhenklerin saz ve seslere göre batı notasındaki asıl yerlerinin tespiti deyine yeterince kavratılamayan konular arasındadır. Bu makalede mümkün oldukça anlaşılır bir dille āhenk konusu ele alınmış, āhenk çeşitleri ve Türk müziği sazlarındaki durumu açıklanarak batı notasında asıl yerlerinde gösterilmiştir. 

XVII-XIII. asırda yaşamış büyük bestekar ve şair Buhûrîzâde Mustafa ltri Efendi, Türk mûsıkîsinin en büyük isimlerindendir. Sanat abideleri olarak kabul edilen Mevlevî Ayînleri'ne, Segâh makâmı ve ezgileriyle yaptığı katkı ise Türk mûsikîsi için önemli bir araştırma ve inceleme konusudur. Makalemizde, kültür hazinemizin parçalarından Segâh Mevlevî Âyîn-i Şerîfi'nin makam ve geçki açısından tahlili yapılmıştır. 

Mevlevî âyînleri, Mevlevîhânelerde yetişmiş ve iyi eğitim almış bestekârlarca vücûda getirilmiş eserlerdir. Sanat değeri yüksek olan bu eserler üzerinde yapılacak her araştırma Türk mûsıkîsine büyük katkılar sağlayacaktır. Bu makalede XVIII. asırda bestelenmiş üç Hicâz Mevlevî âyîninde Hicâz makâmı anlayışı konu edilmiştir. Araştırmanın sonucunda XVIII. asırdaki Hicâz makâmı anlayışının, bugünkü nazarî anlayıştan bazı farkları olduğu ortaya çıkmıştır.